Ölüm, yaşayan her insanın başına her an gelebilecek ve bir gün kesinlikle gelecek olan bir durumdur. Bu durum doğrudan veya dolaylı yoldan her zaman zihnimizi meşgul eder. Başımıza gelenlerin hepsini kontrol edemeyiz. Hayatımızın her detayını kontrol etmemiz mümkün olmadığı için her zaman bazı tehlikelerin varlığını hissederiz. Maruz kaldığımız hayatlara göre tehlike olarak gördüğümüz şeylerin içeriği, şekli değişebilir. Öte yandan çocukluk döneminde maruz kaldığımız durumlara, travmalara bağlı olarak tehlike olarak gördüğümüz şeylerin şekli ve içeriği değişebilir. Kimimizde daha çok kimimizde daha az olmak üzere bu “tehlikedeyim” hissi peşimizi bırakmaz. Bu durum bize zayıflığımızı ve kırılganlığımızı hissettirir. Bu kırılganlık en temelde annesini kaybeden bir çocuğun ağlamasına ve çaresizliğine benzer.
Güçlü hissetme isteği bu kırılganlığın farkında olmanın doğal bir sonucudur. Geleceğimizi öngörebilmek, koşullarımızın üstünde kontrol sahibi olmak isteriz. Yarın yiyecek bulabileceğimizden, toplum tarafından dışlanmayacağımızdan, bağımlı hissettiğimiz yakınlarımızı kaybetmeyeceğimizden, dersi geçeceğimizden emin olmak isteriz. Bizim için önemli olan konular hangileri ise konularda hareket etmek için bir saldırgan enerjimiz oluşur. Eğer bunları tehdit eden şey başkaları ise bu saldırgan enerjiyi onlara yöneltiriz. Çaresizlik hissimizi gidermek için saldırgan enerjimizi açığa çıkarırız.
Yani, saldırganlık başkalarına zarar verme isteğinden ziyade içeriden gelen güvensizlik hissinden kurtulma isteğine dayanır. Gerçekten güvenli hisseden insan başkasına saldırmaya ihtiyaç duymaz. Ne kadar güçlü hissedersek saldırganlığa olan eğilimimiz azalır. Diktatörlerin, günlük hayattaki zorba insanların paronayak olmasının sebebi de budur. Aşırı kontrolcüdürler, olmayan tehditleri algılarlar ve olanları da abartırlar. Sözde üstünlüklerinin sürekli hatırlatılmasını istedikleri için yalakaların varlığına ihtiyaç duyarlar. Eleştirilere karşı aşırı alıngandırlar. Oysa gerçekten güçlü olduğunu düşünen biri, eleştirilere karşı dayanıklıdır ve eleştiriyi kişisel bir tehdit olarak algılamaz. Saldırgan insanlar aslında dışarıdan sert görünürken iç dünyalarında oldukça kırılgandır.
Çok güçsüz hissedenlerde bu eğilimin olmadığı düşünülebilir. Fakat onlarda olmayan şey saldırganlık eğilimi değil, bu saldırganlığı kullanabilme alanları. Bu yüzden güce ulaşan insanlar için “değişti” denir. Aslında güç insanı değiştirmez, sadece kim olduğunu ortaya çıkarır. Öte yandan saldırganlık sadece fiziksel ve gözle görülür olmak zorunda da değil. Pasif agresif davranışlar, doğrudan saldırgan davranışlardan çok daha yaygındır ve bazen onlardan çok daha etkilidir. Daha görünmezdir ama aktif saldırganlık ile aynı temele dayanır. Sözde övgüler, güven kırıcı laf sokmalar, dedikodularla altını oymalar, her türlü psikolojik manipülasyon açık bir düşmanlıktan genelde daha tehlikelidir çünkü önlem alınabilecek bir hedef belli değildir.

